Weather Data Source: havadurumuuzun.com

Qardaş Özbəkistan yazarları

Maksuda Egamberdiyeva 1955 yılının 4 Mart tarihinde Fergane vilayeti Danğara ilçesinde dünyaya geldi. 1972 yılında Kokand’daki 15. Mektep’i, 1977 yılında ise Taşkent Devlet Üniversitesinin filoloji fakültesini bitirmiştir. Çeşitli devlet kurumlarında çalıştı. 1972 yılında “Gülistan” dergisinde şiirleri yayımlanmıştır.
O tarihten bu yana çeşitli ulusal ve yerel gazeteler ile dergilerde onun eserlerinden örnekler yayımlanmıştır.
“Mektup” (1980), “Nasip” (1985) “Gök sahilinde” (2013) ve “Dönmes günler” (2018) şiirsel koleksiyonları, çocuklar için “Aklsız Fare” (2003), “Kuzey Ayı ve Beyaz Tavşan” (2005), “Kedi Neden Fareyi Kovuyor?” (2013),  “Annenin Kurt Hilesi”(2018) adlı masallar, “Kırlangıç Komşusu” (2013) adlı şiirsel eserleri yayımlanmıştır. 1982 yılında Özbekistan Yazarlar Birliği üyesi olmuştur. 1984 yılında Moskova’da, Genç Yazarlar Semineri’ne katılmıştır.

Gönlüm benim güneş ile ay ile,
Gönül şebnemin yaprağısın aile.

***
Taşkent her yerden görünüp durur,
Taşkent’i beğenmedi onca bunca şiir.

***
Hayat tarzı
Hayat tarzı da
Ambalajlanmış örf, adet ile…

***
Doğru sözü söylediniz gerçi,
İnanmıyorsunuz buna kendiniz.

***
Bana itibarsız, haksız dostların
Kafesinden çıktım. Ve uçarak geldim –
Ortamınıza. Sizin, bu sizin yüzünüze.

***
Neyi beklerdim ki sizden,
Neyi hem anlardınız kı,
İyiliğini reva görür müydünğuz.

***
Her kes gölgesini düşünür,
Ama düşünmez şemsiyesini.

***
Şimdi ise raydan çıkaramaz,
Güzel hayallarım hatta o da.

***
Taş yürekliler tutan kelebek
Uçamaz şimdi hiç bir zaman.

***
Basitçe Taşkentli olmak,
Gelmedi ya şu hem elimden.

YANANYÂR

Andican bölgesinde Yanmışyar adında bir köy vardır.

Bu menzil, “Yananyâr” adını almıştır,
Burada yanan âşığın yadı kalmıştır.
Yan, yanıp yanmayan yârdan şikâyetçidir.
Yanan yâr yakmasaydı, yakılmazdı türküler.

Alevler inledi, korlar güldüler,
Kendinden habersiz olanlar güldüler.
Avdan nasipsiz yabancı oklar güldüler,
Yanan yâr yakmasaydı, yakılmazdı türküler.

Yokluk, yoksuzluktan yakmış yabanı,
Tokluk, taşkınlığa sürüklemiş kurbanı.
Kaçan ahu, peşinden kovalayan aslan…
Yanan yâr yakmasaydı, yakılmazdı türküler.

Ayvalar büyüse gönül bağlansa,
Sular çağlayıp, kuşlar hazırlansa,
Azaplar seçilse, yıllar geçse,
Yanan yâr yakmasaydı, yakılmazdı türküler.

Diriliğin daima açık pazarı,
Günlük dertlerin acısı, sızısı,
Bütün yutmaya hazır hile dutarı…
Yanan âşık yakmasaydı, yakmazdı türküler…

ŞEFKATİN KUCAĞINDA

Şefkatin kucağında
Ağaç sezer
Özünü çimen.
Merhametsizlik dergahında
Çimen sezer
Özünü
Ağaç.
Şefkatin kucağında
Dönüp durur yıldız
Güneşe doğru.
Şefkatin kucağında
Talihimiz
Dalmasın uykuya.

SALINCAK

Tan yelinin eteğini
Tutamadım, salıncak.
Gönlüme aşk masalını
Yazamadım, salıncak.

Hayanın koyduğu engelden
Geçemedim, salıncak.
Kaderin çizdiği çizgiden
Aşamadım, salıncak.

Tutamadım, salıncak.
Gidemedim, salıncak.
Seni gözleyen menzile
Eremedim, salıncak.

KIŞ MANZARASI

Dökülüp gitti yere yapraklar,
Kar dalgalarına gömüldü varlık.
Dün burada yanan yorgunluklar,
Buz gibi havada dinlenir her vakit.

Otuz yıldır seni sarıp sarmalayan,
Aydınlık günler bahşeden güneş,
Nurlarını buzlara düşürüp,
Yüreğinden soruyordu ateş.

Kar yağar, apak kıvılcımıyla –
Parıldar gecenin kucağında.
Şahlanıp büyütür sükûnet onu
Büyük yolun iki yanında.

ÖMRÜNÜZÜN DESTANI

Baba, ömrünüzün destanı uzun,
Savaş yıllarında geçmiş çocukluk.
İdare etmişti özünü özü
Mesuliyeti hep taşımış çocukluk.

Unutulmaz asla, dersiniz her zaman,
Dersiniz “Başınıza gelmesin bunlar,”
Doğrusu, bize kolay gelir bazen,
O mahur gözlerden uzak düşen uykular.

…Bakın, ayak yalın gidiyorsunuz karda…
Dökülen pamuğu varıyorsunuz terip.
Bedeniniz soğuktan çektiği azapta,
Savaşın buzları varmakta eriyip.

Gözlerinizden saçılıp gider kıvılcım,
Soğuğun kamçısı batar sertçe.
Bilmeden, bizlere iletmek için
Gidiyorsunuz, güneşi sakınarak artık…

TAŞKENT YAĞMURU

Düşlerimde şarkı söyler Taşkent yağmuru,
Sevdalı gençliğin dar yollarında.
Ben sade, talebe kızlardan biri –
Ona eşlik etmeyi beceremem aslında.

Düşümde, evet, o güzelim bulvar,
Yüzümü yağmur yıkar yavaş yavaş.
Uzakta hayal gezer avare başlarda,
Aslında aradığım mutluluk -bir adım- .

Doğa fısıldar bir şeyler titreyerek,
Menekşe, nane kokusuyla sarhoş.
Yağmurlu Taşkent kalır, yüreğim titreyerek –
Giderim… bir ömür görmek için bir düş.

Yağmurda silinir gider bir çift iz,
İçli içli ağlar avunur sema.
Bilemem, ben sade, talebe bir kız,
Nedir bu? Bu Taşkent yağmuru ne?
…Düşlerimde şarkı söyler Taşkent yağmuru.

***
Gökyüzü takar göğsüne
Şafaklardan gül.
Sahil bakıp aynasına,
Giyer kadife ceket.

Yelde kakülü savurup,
Sevinir söğüt dalları.
Biri birini geçip,
Yollar nereye varır.

Havuz üstünde parıltılar,
Yaşlı çınar masalı.
Uzaklarda dalgalanır
Hayallerinin eteği.

Çiçeklerin narin esintisinde
Kalırım bir sis içinde.
İnci inci  şebnemlerde
Takıp alırım hayalimde.

Çağırır bahar bahçelerde
Vefalı bülbülünü.
Kalbim öper usulca
Şafağın gül goncasını.

DÖRDÜNCÜ KATA ÇIKAR BIR KADIN

Her iki eli dolu, işten gelip,
Dördüncü kata çıkar bir kadın.
Dördüncü katta asılı yaşayıp,
Kadife enginlikleri seven bir hayal.

Merdivenler iç çeker geçerken,
Duvarlar gülümser hafiften.
Darılmaz, selam vermeyi unutsa,
Dördüncü kata çıkar bir kadın.

Geçer bir canan, işlemeli elbiseli,
Geçer bir kadın, kurdelesi ipekli.
Yaz geçer, sonbahar geçer, kış geçer karlı,
Dördüncü kata çıkar bir kadın.

Çamaşırını asar sabahın kirpiğine,
Ümidini sarar elin çarşafına.
Mavi tülbentlerde altınböcekler,
Hayalini giydirir gelincik elbiselerine.

Nazik nefesiyle karlar erimez,
Bal arısıyken o, değilmiş bal.
Gözlerinde gizli bir sır silinmez,
Dördüncü kata çıkar bir kadın…

ÇALIKUŞU

Ben oyum mağrur kız, ben Çalıkuşu,
Özenle korudum ben tüm masalları.
Yolmadım, tersi olsa da düşüm,
Hayalimde dökülen gül çiçeklerini.

Masalları yudum yudum içerken hayat,
Onları yeniden dokumak için hazırlandım.
Etmek için karanlık gönülleri abad,
Belki özüm efsaneye dönüştüm.

Hayat, sokakların ne de çokmuş meğer,
Unuttular sonunda beni en yakınım bile.
Dünyanın eteğinde bir gül-ü gonca,
Çaresiz döndüm yüzüme çakan şimşekler.

Aşık anlayamamış bu inatçı kızı,
Tanımadık bir alem anladı, şükür.
Helalinden yemişler ekmeği, tuzu
Güç alır bir yerden, vardır bunda sır.

Sen esirgedin beni en müşkül anlarda,
Huzurunda çekildi zayıflık, tükeniş.
Temiz yürekleri hep koru her an,
Gül-ü çiçeklere dökülen hayal…

DOSTUM, SİZ YANIMDA DURDUĞUNUZDA

Dostum, siz yanımda durduğunuzda,
Bu gaddar dünya bile dost olurdu bana.
Başka akardı bu ömür-ü derya,
Dostum, siz yanımda durduğunuzda…

Belki de kıştan kışlık, yazdan yazlık
İstemezdim bu kadar ciddi.
Belki fırsatlar eksik kalmazdı,
Düşmanlar da bilirdi belki kendi haddini.

Belki alırdım hakkımı hayattan,
Dertlerime belki bulurdum çare .
Medet ummazdım sabır ve sebattan ,
Sınav beklemezdi beni her gün durmadan.

Yabancı tutmazdı kendini, soğuk,
Bakmazdı bana, etmezdi takip beni
Dost olmayan kapılar kalmazdı kapalı…
Dostum, siz yanımda durduğunuzda.

NEVÂÎ’DEN SÖZ EDİN

Dostlar, söz edin bugün bana Nevâî’den,
Kalbimin kuşu yaralanmış aşk yayıyla.
Hangi yürekten dirilmişse Mecnun’un aşkı,
Ona alem güzel gelir Leyla’nın güzelliğinden.
Dostlar, söz edin bugün bana Nevâî’den.

Dostlar, söz edin bugün bana Nâvâî’den,
Ferhat’ın cismi yoğrulmuş dert çamuruyla.
Tahttan vazgeçip dağda taşta kanal kazmış,
Yer bulmuştur Şirin’in aşk sarayından .
Dostlar, söz edin bugün bana Nevâî’den.

Dostlar, söz edin bugün bana Nevâî’den,
Gönlüm incinir Behram’ın hatasından.
Çölde yalnız bırakınca Dilârem’i bir başına,
Bilmez şimdi âlem içinde nerede bulasın.
Dostlar, söz edin bugün bana Nâvâî’den.

Dostlar, söz edin bugün bana Nevâî’den,
Yükselmiş bir ulu duvar padişah gayretiyle.
Şah İskender’in adaletli ve insaflı seddi gibi,
Korur halkı zalimlerin iddiasından böyle.
Dostlar, söz edin bugün bana Nevâî’den.

Hayretim var “İyilerin Hayreti”den,
Hasretim var âşıkların hasretinden.
Okuyun, kana kana için gazel şerbetinden,
Dostlar, söz edin bugün bana Nevâî’den.
Dostlar, söz edin bugün bana Nevâî’den.

GÖNLÜME ŞİFA,
VATAN

Kıpırdayan topraklar,
Silkinir yapraklar,
Çağlayan ırmaklar
Gönlüme şifa, Vatan.

Süzülüp geçen bulutlar,
Dalda sarı tüycükler,
Olgunlaşıp dökülen dutlar
Gönlüme şifa, Vatan.

İğde çiçeğinin kokusu,
Şimşeğin kısa satırı,
Bir sır gibi derya kadri
Gönlüme şifa, Vatan.

Gökyüzüyle yeryüzü öpüşür,
Çimenlere çiy damlası düşer,
İki kalp buluşur
Gönlüme şifa, Vatan.

Dağların heybeti,
Bahçelerin huzuru,
Yıldızların salavatı
Gönlüme şifa, Vatan.

Minnetsiz serinliğin,
Coşkulu dalgaların,
Irak ve yakının
Gönlüme şifa, Vatan.

İstiklalin kanadım,
İstikbalin ezberim,
Muhabbetin hayatım,
Gönlüme şifa, Vatan.

KAYISI ÇİÇEĞİNE GELEN RÜZGARIM

Dereler çocuk gibi koşup gelir,
Yalpız kış kapısını yapıp gelir.
Turnalar yüreğimi bulup gelir
Kayısı çiçeğine gelen rüzgarım.

Zarafet titreyişlerde müyesser hilkat,
Hasret, vuslat meclisinde furkat.
Araz etmeye vermez mi fırsat
Kayısı çiçeğine gelen rüzgarım

Kendini tanı artık, şelale, lale,
Heveskâr yürekli, bin telli ağıt.
Neşeli gezegende, mecnunvar çocuk –
Kayısı çiçeğine gelen rüzgarım.

Ateşe de, suya da aydınlık ve karanlık,
Gözü Süreyya’dan, kirpiği yaydan.
Kalesi şuleden, aynası saydan
Kayısı çiçeğine gelen rüzgarım.

Bir damla çiy gibi avare, sersem,
Alem çiçek içinde, ben ise incinmiş can.
Zarafetin yükünden dallar lerzan
Kayısı çiçeğine gelen rüzgarım.

ANNECİĞİM

Anneciğim, gençliğiniz yıldırım gibi yıllarınız
Ömrümün o uzak ufuklarına,
O berrak ırmaklara, genişliklere
Sinip gittiğini anladım bugün.

Avuçlarımda bir yıldız gibi sizi saklayıp,
Sevinç nuruna tutabilmek için
Kaderden dilekte bulunuyorum bugün.

Yaprakların tozunu silerek
Sizin başınıza düştüğünde gölge
Şebnemleriyle getirmek isterim güller.

Güneşin ışıklarına sarılıp söyleyeyim
Her kelimemi size, özenle.
Sizi özlerken her geçen gün,
Sonsuz sevginize dokundurmak isterim leb.

Cömert sevginiz örtmüş sessizce
Bir vakitler ettiğim haksız sözlerime,
Kalbinize incitici olmuş lahzalar
Bakar şikayetsiz daim gözüme

Amma şimdi hepsini açıkça anlıyorken,
Sitemlerin koynunda tünüyorum.
Geçip giden günlerde arıyorum teskin,
Sevginiz önünde kalbim azap çekiyor.

Anneciğim, sizin gençliğiniz ve yıldırım gibi yıllarınız…

ANNECİĞİM

Anneciğim, gençliğiniz yıldırım gibi yıllarınız
Ömrümün o uzak ufuklarına,
O berrak ırmaklara, genişliklere
Sinip gittiğini anladım bugün.

Avuçlarımda bir yıldız gibi sizi saklayıp,
Sevinç nuruna tutabilmek için
Kaderden dilekte bulunuyorum bugün.

Yaprakların tozunu silerek
Sizin başınıza düştüğünde gölge
Şebnemleriyle getirmek isterim güller.

Güneşin ışıklarına sarılıp söyleyeyim
Her kelimemi size, özenle.
Sizi özlerken her geçen gün,
Sonsuz sevginize dokundurmak isterim leb.

Cömert sevginiz örtmüş sessizce
Bir vakitler ettiğim haksız sözlerime,
Kalbinize incitici olmuş lahzalar
Bakar şikayetsiz daim gözüme

Amma şimdi hepsini açıkça anlıyorken,
Sitemlerin koynunda tünüyorum.
Geçip giden günlerde arıyorum teskin,
Sevginiz önünde kalbim azap çekiyor.

Anneciğim, sizin gençliğiniz ve yıldırım gibi yıllarınız…

YALNIZLIK, GÜLTACIM

Yalnızlık, gültacım, ben seninim,
Bir yıl mı, uç yıl mı, beş yıl mı, on yıl.
Yollarımı bekler kader, yasemin,
Hainler gözlerime bakar cesurca.

Yalnızlık, gültacım, etrafım boşluk,
Elime geçmez ne taş ne çiçek.
Yardım et, kelebek kanadı misali,
Kalbimin ağır yükünü hafiflet, azalt.

Yalnızlık, gültacım, sebep sensin
Çiy damlası gibi varlığım yok.
Ben miyim, ben miyim gözlerinin gördüğü,
Bak, ocağımda kaldı mı bir kıvılcım?

Yalnızlık, gültacım, vardır bir kimse
Kendi kimliğini bilmeden geçer ya,
Bir gün ömrün yoluna apak kar yağsa
Reddedilmiş baharın bağrı yanar ya.

Yalnızlık, gültacım, buz tutmuş kalpte –
Yıkılıp çöktü sahte saltanat.
Şimdi geride kaldı uzak menzilde –
Yetim bir sevdaya benzer aldanış.

Yalnızlık, gültacım, sapla mızraklarını,
Dişimi sıkıp sabrederim yine.
Kimse karışmaz sana, ez kalbimi,
Söyleyiver, dondurur türkülerini hemen.

Acı acılara doyayım artık,
Donarak kalbimde ateşler sönsün.
Yalan sevinçlerden paklansın göğsüm,
Ay gelip saçlarıma gülümsemesini assın.

SONBAHAR SEYRİ

Hazanın kokusu dolmuş, hava nemli ve berrak,
Deniz gibi engin tarlalarda hayal açar yelken.
Nehir ise yatağında kırık dökük yatmakta,
Bir tınıyla sözler başlar duygular derhal.

Bülbülünü özler bahçeler, bağrı ıssız,
Unutur güneş yavaş yavaş verdiği sözü.
Apak kırağı dökülür yapraktan hışırdayıp,
Ufuklara çarpar hayalin yelkeni.

​​
GELİN

Alev alev yanan gelin, gönül sana esir.
Sen bir ece, damat bir şah, düğünevi saray.
Selam ver, semavi nurlar yoldaşın olsun,
Atalardan kalan örf ve sırlar sırdaşın olsun.
Alev alev yanan gelin, gönül sana esir.

İki gönlü birleştirir zurnanın ezgisi,
Yârin olsun bir ömür aşkının fedası.
Dolanır ezgiler, türküler, silkinir bedenler,
Yürekleri terk edip uçup giden özlemler.
Alev alev yanan gelin, kalpler sana esir.

Evlat bakıp büyüten unutmuş yıllar zahmetini,
Şefkatli ol, hayatın şefkatini umarak yaşa.
Nezaketin paha biçilmez bir deniz incisi,
Adımların, mutluluğun ve sevincin işareti.
Alev alev yanan gelin, gönül sana esir.

Tellerin en yankılı sesi sen,
Ak elbisende çiçeklenmiş bahçelerin sabahı sen.
Boylarında gözler; edilir dua
Bu yuvadan derdine bulmuş gibi şifa.
Alev alev yanan gelin, gönül sana esir.

Selam ver gelenlerin avluya ve mekana
Can kardeşlere, komşulara, gülümseyen yüzlere,
Selam ver hayallere, ak dileklere,
Sevgiyle bakan çehreler, pak bebeklere.
Alev alev yanan gelin, gönül sana esir.

KALDI UZAKLARDA

Uzaklarda kaldı, yıldızların altında,
İki kalbin aynı anda attığı ılık ve pak bir nefes.
Boran mıydı, yoksa nefesten kasırga mı o?
Yıldız gibi yanmadı ya hüzünlü kaldı bir heves.

Uzaklarda kaldı, aya sarılmış akşam,
Titrek ellerle yazılmış o mektubun sırları.
Birlikte dokundukları havuzun atlasını okşadığımız gün,
Şelaleden sıçrayan damlalarla aşkın nurları.

Uzaklarda kaldı, yıldızların altında,
Gül ve yelin sohbetleri, ay ile güneşin vuslatı.
Hayaller şimdi uçup gider bulutların altına,
O uzak yıldızların gölgesi misali.

Uzaklarda kaldı, arzuların durağı,
Yağmurda ıslanmış kakül, dinmeyen sıcaklık.
Artık yağmur damlasa, neden bu kadar acıtıyor?
İçten içe titremek, niye şimdi işaret?

Uzaklarda kaldı, yıldızların altında,
Bembeyaz karda filizlenmiş çiğdemin sevinci.
Bir yaprağın fısıltısı, su kenarında razı,
Ayrılığın da denk azabı, vedanın denk hatırası

Uzaklarda kaldı, yıldızların altında,
Aşkın tomurcuğunun ilk selamı, ilk perişan özlem.
İlk kez görülmüş aşkın saçının ayrılıkta çözülüşü,
O çiçek diye birlikte çekilen hasret, saklı bir sevinç.

Uzaklarda kaldı, yüreğin sezdiği bir şey,
Gönül itirafına tek karşılık: kederli bir gülümseyiş.
Acep, o eşsiz hayatı ne çabuk savurmuş bir güç,
Bu kez kalbin sesine kimse bir ses vermez olmuş.

Nice şeyler kaldı geride, yıldızların altında…

Çeviri: Hüsniddin HAYIT,
Özbekistan Yazarlar Birliği üyesi,
Azerbaycan Gazeteciler Birliği üyesi.

Top